İkiz cinayetlerin üzerinden 50 yıl geçti


Zürih-Londra Antlaşması hakkında: 

Anlaşmanın imzalanmasından önce, Ezekias Papaioannu İngiltere’de Makarios’la yaptığı görüşmede AKEL’in görüşünü yazılı olarak kendisine sundu. AKEL’in görüşü anlaşmanın imzalanmaması yönündeydi, çünkü bu anlaşma: 

• Emperyalist güçlerin Kıbrıs’taki varlığının sürdürülmesine, 

• Kıbrıs’ın garantör güçlerin vesayeti altına girmesine, 

• Kıbrıs halkına dışardan bir anayasanın dayatılmasına yol açacaktı. 

Sonuçta anlaşma imzalandı ve AKEL’in karşı çıktığı her şey bir bir gerçekleşti: 

• İngilizler Kıbrıs’ın 99 mil karelik bölgesini ele geçirdi. 

• «İngiliz Egemen Üsleri» için Kıbrıs’ ta 32 noktaya daha sahip oldu. 

• Yunan alayının (950 askerle) Kıbrıs’ta konuşlanma hakkı oldu. 

• Türk alayının (650 askerle) Kıbrıs’ta konuşlanma hakkı oldu. 

• Birkaç yıl sonra toplumlararası çatışmalar başladı. 

Anlaşma imzalandıktan sonra, AKEL anlaşmaya karşı olmasını ısrarla sürdürmedi, bağımsızlığın güçlendirilmesi çabasını destekledi ve iyileştirilmesi için mücadele etti.  

Darbe teşebbüsleri hakkında: 

1969 yılının Mart ayında Kıbrıs’ta yasadışı örgüt “Ulusal Cephe” ortaya çıktı. Ulusal Cephe Mayıs 1970’e kadar faaliyet gösterdi. Enosis lehine propaganda ve bombalamalar yapıyordu. Faaliyetlerinin doruk noktası 8 Mart 1970’te Makarios’a karşı düzenlenen suikast girişimi oldu. Bugün bu girişimin Amerikan gizli servislerinin yönlendirmesiyle Polikarpos Yorkacis tarafından organize edildiği kesin görülmektedir.  

• Atina Cuntası tarafından kilise hiyerarşisi dahi seferber edilerek, Makarios’u görevden almak için kilise yönetimi darbe girişiminde bulundu, bu plan da sonuçta başarısız oldu.  

• Aynı şekilde Cunta ve EOKA B’nin Şubat 1972’de teşebbüs ettiği darbe de başarısızlıkla sonuçlandı. 1972 darbesinin başarısız olmasının nedeni halkın demokratik olarak seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın etrafında esas olarak AKEL’in desteğiyle toplanmasıydı.  

AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Ezekias Papaioannu, hiçbir şeyin bitmediği, darbe planlandığı ve bunun azmettiricisinin Atina Cuntası, CIA ve onun yürütme organı EOKA B’ terör örgütü olduğunu yönünde dolaylı ama net bir şekilde uyarılarda bulunuyordu.  

Bir yıl sonra, Temmuz 1973’te Grivas, «NİKİ» kod adıyla Genel Plan’ı hazırladı. Planın amacı iktidarın ele geçirilmesi ve Kıbrıs sorununun kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde çözülmesiydi. Ne yazık ki, Makarios’a karşı faşist ve hain darbe gerçekleştirildi ve Türk askeri güçleri hiçbir engelle karşılaşmadan Girne’ye çıkarma yaptılar. 1974 yılının o kara Temmuz’unda Attila, Kıbrıs topraklarının %37’sini istila etti ve Kıbrıslıların üçte biri kendi yurtlarında mülteci durumuna düştü. 

Hukuk dışı devletin kuruluşunun ilanı hakkında: 

İstiladan sonra, 1975’in Şubat ayında, işgal altındaki topraklarda «Kıbrıs Türk Federe Devleti» ve «Kurucu Meclis» kuruldu. Rauf Denktaş, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması nedeniyle seçim yapılmaksızın sözde Meclis’in Başkanı ilan edildi. 

“Kurucu Meclis’in” görevi yeni bir anayasa hazırlamaktı ve Denktaş’ın istediği Başkanlık Sistemi yerine, Sol muhalefetin baskılarıyla, sonuç Denktaş’ın sıkı denetiminde olan Parlamenter Sistem oldu.  

1980’de Türkiye’de yapılan faşist darbenin Kıbrıs sorunundaki gelişmeler üzerinde belirleyici etkileri oldu. Darbenin amacı Türk Solu’nu bastırmaktı. Ankara’nın işgal altındaki bölgeye müdahaleleri arttı ve emperyalist çıkarlara hizmet eden kontrol altındaki bir ortam oluşturuldu. İşgal altındaki bölgenin ekonomisi çok kötü bir duruma ulaştı. 

Yapılan «seçimlerle» Denktaş «Cumhurbaşkanı» oldu, ancak «Meclis’te» çoğunluğa sahip olamadı. Beklendiği gibi, Türkiye müdahale ederek, Türkiye’nin politikasına aykırı tutumların kabul edilmeyeceğini ilerici muhalefet partilerine açıkça belirtti.  

1982 yılı sonlarında, özgür bölgeye yönelik istila tehditleri arttı ve Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki tutumu sertleşti. 1983’ün Mayıs ayında işgal birliklerinin adayı terk etmelerine ilişkin BM kararı ve aynı zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam egemenlik hakkının ilanı kabul edildi. 

14 Kasım gecesi, Denktaş, «milletvekillerini» çağırarak muhalefetin tepki göstermesine fırsat vermeksizin «Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni» ilan etme niyetini açıkladı.  

Ertesi gün hukuk dışı devletin ilanı yapıldı.  

Crans Montana hakkında: 

Kıbrıs sorunu bugüne kadar ülkemizin başındaki en büyük sorun olmaya devam etmektedir. Sol’un istikrarlı ve net görüşü 1977-79 Doruk Anlaşmalarında belirtildiği şekilde iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünü öngören çerçevede çözüme ulaşılmasıdır.  

Kıbrıslı Türk lider Derviş Eroğlu’nun tutumu ama aynı zamanda Nikos Anastasiadis’in görüşmelere kalınan yerden devam etmeyi reddetmesi nedeniyle görüşmeler 2013 yılından 2015 yılına kadar durduruldu.  

2015 yılında Kıbrıs Türk toplumu liderliğine Mustafa Akıncı’nın gelmesiyle Kıbrıs Türk tarafının tutumu değişti ve Nikos Anastasiadis’in tutumu da değişmek zorunda kaldı. 

2017 yılının yazında, müzakerelerin ilerlemesiyle önce Cenevre’deki Mont Pelerin’e ve daha sonrasında da Crans Montana’ya varıldı. Solun tek arzusu Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik kararlı adımın atılmasıydı.  

Sonunda esas olarak Türkiye’nin ve aynı zamanda kararsız Nikos Anastasiadis’in tutumu nedeniyle görüşmeler çöktü ve ardından Kıbrıs sorunu tehlikeli bir durgunluk sürecine girdi. BM Genel Sekreteri Sayın Guterres raporunda bu konuya ilişkin sorumluluğu sadece Türk tarafına değil, her iki tarafa da yükledi. 

Müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, herkesin beklentisi Sayın Guterres’in belirlediği doğrultuda görüşmelerin yeniden başlatılması için dönemin Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in çaba ortaya koymasıydı. Böylece Türkiye kabul ederse yeniden müzakereler başlayacak, kabul etmezse de uluslararası kamuoyu önünde teşhir olacaktı. Ancak bunun yerine eylemsizliği tercih etti ve o zamandan beri hiçbir ilerleme kaydedilmedi.  

Tylliria çatışması hakkında: 

Kıbrıs’a olası bir çıkarma için bir köprübaşını oluşturması nihai hedefiyle Türklerin Mansoura-Kokkina’da oluşturdukları bölgeyi 7 Ağustos 1964 tarihinde Ulusal Muhafızlar etkisiz hale getirmeye çalıştığında, Tyilliria bölgesinde kanlı çatışmalar çıktı.  

10 Ağustos’a kadar dört gün süren çatışmalar sırasında Türkiye’nin savaş uçakları Ulusal Muhafız mevzilerinin yanı sıra yerleşim bölgelerine de napalm bombalarıyla saldırdı. 

Aralarında çok sayıda sivilin de bulunduğu 50’den fazla Kıbrıslı Rum trajik bir şekilde hayatını kaybetti, yüzlercesi de yaralandı. 

Kavazoğlu ve Mişaulis’in katledilmeleri hakkında: 

Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasındaki dostluk ve iş birliğinin kahramanları Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis 11 Nisan 1965’te terör örgütü TMT’nin cani saldırısında hayatlarını kaybettiler. Kavazoğlu ve Mişaulis AKEL ve PEO kadrolarıydı. Son nefeslerini Lefkoşa-Larnaka eski yolunda Koşi yakınlarında omuz omuza verdiler.  

Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis’in katledilmeleri «gökten aniden inen» bir şey değildi ve Kıbrıs Türk toplumunu susturmayı, suskunluğun dayatılmasını hedefleyen kasıtlı ve planlı bir operasyonun sonucu ve hatta daha da fazlasıydı. İngilizlerin ve Amerikalıların bölgeye yönelik genel politikalarının ana bileşeni olan fanatizmi Kıbrıs’ın iki toplumunda da yoğunlaştırmasının ve Türkiye’nin Kıbrıs aleyhine emellerini gerçekleştirmesinin ve aynı zamanda her iki toplumda da milliyetçilerin kendilerinden farklı düşünen herkese karşı bilinen yayılmacı planlarının bir parçasıydı. 1963’te, hatta daha öncesinde şovenistlerin yol açtığı çatışmalarla, bölünme hattının ve gettoların oluşturulmasıyla sonuçlanan çalkantıların ve olayların devamıydı.  

Kofinu çatışması hakkında: 

Kofinu ve Agios Theodoros yöresinde TMT tarafından yönetilen ve kontrol edilen Kıbrıs Türk gettosuna karşı 14-15 Kasım 1967’de Kıbrıs Polisi ile iş birliği içinde Ulusal Muhafızlar “Yumruk Operasyonu” kod adını taşıyan bir askeri operasyon yaptı ve Kofinu çatışması yaşandı.  

1963’teki toplumlararası çalkantıların ardından Kofinu Kıbrıslı Türklerin güçlü bir askeri bölgesi haline gelmişti. Sürekli olarak yaşanan olayların yuvası haline gelen bu bölgede silahlı Kıbrıslı Türkler sıklıkla iki ana yolu kesiyor ve yoldan geçen arabalara ateş ediyordu. 

Kıbrıs hükümeti BM güçlerine başvurdu ancak onların müdahalesi gecikiyordu. 15 Kasım 1967’de Makarios’un emriyle General Georgios Grivas komutasındaki Ulusal Muhafızlar «düzeni yeniden sağlama» görevini üstlendi. Grivas tanklar, zırhlı araçlar ve toplarla çok donanımlı güçleri harekete geçirdi. İlk önce karma bir köy olan (685 Kıbrıslı Türk’ün ve 525 Kıbrıslı Rum’un yaşadığı) Agios Theodoros’a saldırdı ve Kıbrıs Türk mahallesini neredeyse hiç savaşmadan ele geçirdi. Daha sonra komşu köy Kofinu’ya yöneldi. Ardından yaşanan çatışmalarda 24 Kıbrıslı Türk hayatını kaybedip 9’u da yaralanırken Kıbrıs Rum tarafının kayıpları ise bir ölü, iki yaralı oldu. 

Agios Theodoros ve Kofinu’daki operasyonlar ciddi bir siyasi krize neden oldu. Türkiye, kanlı olayları «iğrenç bir provokasyon» olarak niteledi ve Kıbrıs’ın askeri olarak istilasının yanı sıra Yunanistan’a karşı da savaş tehdidinde bulundu.  

15 Temmuz 1974 Darbesi hakkında: 

15 Temmuz 1974’ün sabah saatlerinde, tanklar bir yandan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na doğru gitmek üzere yollara çıkmış ve bir yandan da RİK’e, Seferi Birlik kampına, Polis Teşkilatı Komutanlığı’na ve Lefkoşa Havaalanı’na yönelik saldırılar başlamıştı. Meşru Cumhurbaşkanı’nın öldürülmüş olduğuna dair hainlerin yayınladıkları duyurulara rağmen, AKEL ve yurtsever güçlerin yardımıyla Makarios Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan kaçmayı ve Darbe’den sağ çıkmayı başardı.  

Ama bu güdümlü ihanetin «ürünü», geçici bir süreliğine de olsa amacına ulaştı ve Nikos Sampson darbe hükümetinin başkanı olarak «yemin etti». Hain «hükümet» Kıbrıs’ın Yunanistan’la Enosis’ini hedeflediğini duyurdu ve Türkiye’nin bunu Kıbrıslı Türklere karşı doğrudan bir tehdit olarak görmesiyle ülkemizin istilasının ve bölünmesinin yolu açılmış oldu.  

Beş Mil’e yapılan çıkarma hakkında: 

20 Temmuz’da Türkiye’nin istilasıyla yaşanan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dramında Darbe «hükümeti» yolu açınca Türkiye özünde kapıları açık buldu.  

Solcular ve demokratlar yakalanarak topluca hapsedildiler ve böylece vatanı savunamaz durumdaydılar; Ulusal Muhafızların çeşitli kuvvetlerine bölgelerinden çekilmeleri emredildi ve silahların önemli bir kısmı önceki günlerdeki çatışmalarda imha edilmiş ya da depolarda kilitli kalmıştı. Türk kuvvetlerinin Kıbrıs açıklarında endişe verici ve olağandışı varlığına ilişkin bilgiler göz ardı ediliyor, Cunta Türkiye’nin faaliyetlerinin sadece bir «askeri tatbikat» olduğunu söyleyerek Kıbrıs’ı «yatıştırıyordu». O günlerde darbe liderliğinin kasten Ulusal Muhafız Ordusu’nun Girne’deki gücünü zayıflatıp, ileri karakolları da silahsız bıraktığına dair tanıklıklar da mevcuttur.  

Nihayetinde Türkiye ülkemizi istila etti ve yurdumuzun topraklarının yüzde 36’sını ele geçirdi. 20 Temmuz sabahı saat 5’ten sonra, Türk çıkarma gemileri Girne’nin 8 kilometre batısındaki Beş Mil sahiline herhangi bir engelle karşılaşmadan çıkarma yapmaya başladı. Hemen hemen aynı sıralarda Türk savaş uçakları Girne ve Lefkoşa bölgesine yönelik olarak sürekli ve dalgalar halinde saldırılara başlarken, diğer uçak ve helikopterler de önemli noktalara paraşütçüler indirmeye çalışıyordu. O zamanki «devlet» ve ordu liderliğinin ihaneti sonucu binlerce Kıbrıslı öldürüldü, binlerce kişi yerinden edildi ve yüzlerce kişi bugüne kadar kayıp olmaya devam ediyor. Kıbrıs aleyhine işlenen çifte suç yurdumuzun bedeninde telafisi mümkün olmayan yaralar açtı ve trajik anılar halkımızın bilincine kazındı. Diğer yanda ise bu suçu planlayanlar ve işleyenler cezalandırılmamış olmaya devam etmektedir.  

Barikatların açılması: 

23 Nisan 2003’te Lidra Palas barikatı belirli önkoşullarla da olsa açıldı ve Yeşil Hat’tın her iki tarafından gidiş-gelişler için ilk kez olarak izin verildi.  

Bu haberi duyanlar bunun doğru olduğuna inanamadı. Ancak birkaç saat içinde binlerce insan bir taraftan diğer tarafa geçmek için kuyruklar oluşturdu. Sadece 15 gün içerisinde, yaklaşık olarak 260.000 Kıbrıslı Rum ve 88.000 Kıbrıslı Türk, yani yaklaşık olarak nüfusun %35’ i Yeşil Hat’tın diğer tarafına geçti. 

Kıbrıslı Rumlar toplu halde siyasi liderliklerinin önüne geçerken, işgal altındaki bölgede ise Kıbrıslı Türkler Kıbrıs sorununa çözüm bulunması ve Kıbrıslı Rumlarla birlikte AB’ye katılma talebiyle mücadele ediyor, kitlesel gösteriler gerçekleştiriyorlardı.  

Bugün, ilk geçiş noktasının açılmasından 20 yıl sonra, Ada’yı ikiye bölen Yeşil Hat üzerinde toplam 9 geçiş noktası bulunuyor. De facto bölünmenin yavaş yavaş de jure bölünmeye dönüşmesi korkusuyla yaşıyoruz.  

Ancak insanlar daha iyi günlerin geleceğini, bir gün tüm barikatların ve dikenli tellerin kaldırılıp yeni bir başlangıcı kutlayacaklarını ümit etmeye devam ediyorlar.