HALKLARIN ANTİFAŞİST ZAFERİNDEN 80 YIL SONRA


Bu yıl, II. Dünya Savaşı’nda halkların kazandığı büyük anti-faşist zaferin 80. yıl dönümü. Avrupa halkları, her ülkedeki komünistlerin önderliğinde 1945 yılında tarihi bir başarıya imza attılar. Hitler Faşizmi’ni ve Nazizm’i ezmeyi başardılar ve insanlık tarihinin ürettiği en karanlık şeyleri tarihin çöplüğüne gönderdiler. Halklar, Nazilerin ve Faşistlerin Avrupa’yı ve tüm dünyayı kana bulayan emperyalist planlarını durdurmayı, yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşasına ve böylece de daha iyi bir geleceğe yönelik umudun doğmasını başardılar.

II. Dünya Savaşı 1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal etmesiyle resmen başladı. Tam 5 yıl 8 ay 4 gün süren bu savaşta halklar faşizmin yol açtığı acıları yaşadı. Bu savaş insanlık onurunun ayaklar altına alınmasını, işkenceleri, açlığı, ölümleri ve yıkımları da beraberinde getirdi. Holokost, toplama kampları, LGBT+ bireylerin, Romanların, engelli insanların ve Nazi «saf» olmasının sağlanması için «istenmeyen» her türlü unsurun toplu infazları, insanlar üzerinde yapılan vahşetler, deneyler, ölüm yürüyüşleri Nazilerin işlediği suçlardan sadece bazılarıdır. 1 Mayıs 1945’te Alman Parlamentosu’na (Reichstag) Kızıl Bayrak dikildi. 8 Mayıs’ı 9 Mayıs’a bağlayan gece Almanya kayıtsız şartsız teslim oldu. Dört ay sonra (2 Eylül 1945) Sovyet birliklerinin Mançurya’da Japonya’nın ordusunu yenmesinin ardından Japonya teslim oldu.

Faşizmin yükselişi hiçbir şekilde bir tesadüf olarak değerlendirilmemelidir. Sermayenin en saldırgan kesimlerinin halk hareketlerini bastırmak, işçi haklarını ortadan kaldırmak ve mutlak iktidarını dayatmak için kullandığı bir araçtı. Bu, modern çağın en büyük krizlerinden birini kapitalizmin yaşadığı, faşizmin ve Nazizmin sistemin en büyük dayanağını oluşturduğu bir dönemde sermayenin başvurduğu bir çıkış yoluydu. Alman Sanayiciler Derneği Başkanı G. Krupp ilginç bir şekilde şöyle diyor: «Nasyonal Sosyalizm, Alman işçisini hem işverene hem de işçiye karşı kökten düşman olan bir doktrinin (komünizmin) pençesinden kurtardı. Adolf Hitler işçiyi milletine geri döndürdü. Onu disiplinli bir asker ve dolayısıyla yoldaşımız (sanayicilerin yoldaşı!) haline getirmiştir».

Bu büyük zaferde Sovyetler Birliği’nin katkısı belirleyici öneme sahipti. Büyük karşı saldırı, Hitler’in ordularının Şubat 1943’te Kızıl Ordu ve Sovyet halkı karşısında uğradığı aşağılayıcı yenilginin ardından Stalingrad’da başladı. Hitler Faşizmi için geriye sayım oralarda bir yerlerde başladı. 30 Nisan 1945’te Berlin tamamen Kızıl Ordu’nun kontrolüne girdi ve 8 Mayıs’ta Nazi Almanyası koşulsuz teslimiyet anlaşması imzaladı. 9 Mayıs’ta Avrupa’nın son başkenti Prag kurtarıldı.

İnsanlığın bugüne kadar yaşadığı en büyük savaş olan İkinci Dünya Savaşı’nda, Sovyet halkı o dönem nüfusunun %13’üne denk gelen 20 milyon can kaybı ile en büyük bedeli ödedi. Buna karşılık İngiltere’de ölü sayısı 375 bine, ABD’de ise 405 bine ulaştı. 1944 yazında Batı Avrupa’da Amerikan ve İngiliz kuvvetleri 75 Alman tümeniyle karşı karşıyayken, Kızıl Ordu’nun Doğu Cephesi’nde 200 tümenle karşı karşıya gelmesi de karakteristiktir.

SSCB’de akrabalarını ve arkadaşlarını kaybetmenin acısını yaşamayan aile yoktur. 25 milyon insan evsiz kaldı, ülke ulusal servetinin yüzde 30’unu savaşta kaybetti. 1710 şehir ve kasaba ile 70 binden fazla köy yok oldu, 32 bin sanayi işletmesi ve 100 binden fazla büyük tarım işletmesi yıkıma uğradı, 65 bin kilometreden fazla demir yolu hattı havaya uçuruldu. Sovyet halkının, Sovyet devletinin ve Kızıl Silahlı Kuvvetlerinin zafere katkısı kesin bir şekilde ölümsüz bir destan olarak kayıtlara geçti.

Kanla yazılan tarih mürekkeple silinmez

Birleri Sovyetler Birliği’nin ve Komünistlerin katkısını azaltmaya çalışıyorlarken birileri de komünizmi Nazizm ile eş tutmaya çalışıyor ve bunların tümü de faşizmi doğuran ve destekleyen sisteme hizmet ederek, tarihi yeniden yazmaya çalışıyorlar. Ama daha iyi bir dünya için halkların kanıyla yazılan tarih ne kadar mürekkep satın alınırsa alınsın silinemez.

Normandiya çıkartmasının savaşın sonucu için belirlediğini ileri sürerek Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın başlıca galipleri olarak ABD ve İngiltere’yi göstermeye çalışıyorlar. Tarihi ustaca çarpıtıyorlar ve gerçekleri gizlemeye çalışıyorlar. Savaşın ağır yükünü SSCB ve Kızıl Ordu sırtlandı çünkü 725 Alman tümeninden 607’siyle karşı karşıya geldi. Stalingrad Muharebesi’nde Naziler 2 milyondan fazla ölüyle ilk kesin yenilgilerini yaşadılar. 1944 çıkarmasına kadar karada SSCB’nin neredeyse tek başına savaştığı da bir gerçektir.

Batılıların salt sembolik bir karaktere büründürmek istedikleri kapitalist ülkelerin ulusal kurtuluş ve anti-faşist hareketleri de 6 yıl süren savaşa (1939-1945) önemli katkılarda bulundu. Ve bu katkılara ruh verenler, örgütleyici olanlar ve kanlarını feda edenler Komünist Partiler oldu. Komünist Partiler, «Komünist (veya Üçüncü) Enternasyonal’in» 7. Kongresinde (25 Temmuz-21 Ağustos 1935) oybirliğiyle kararlaştırılan «anti-faşist cepheler» oluşturma çizgisini izlediler. Direniş, dünyanın dört bir yanında binlerce işgal askerini meşgul ederek operasyonları geciktirdi, işgalcilerin altyapılarını vurdu ve her bölgede mücadele eden halkların direnişini destekledi. Yugoslavya’da Komünist Parti’ye bağlı Partizanlar, 800 bini aşkın gerillayla, dış müdahale olmaksızın ülkeyi kurtarmaları çarpıcı bir örnektir. Anti-faşist hareketin öncüleri olan komünistler yalnızca ulusal kurtuluş mücadeleleri vermediler. Özgürlük ve sosyal adalet için de mücadele ettiler.

Aynı zamanda kimileri halkların anti-faşist zaferine Sovyetler Birliği’nin katkısını karalama çabasıyla, SSCB liderini Hitler’le özdeşleştiriyorlar. Bunu da anti-komünistlikleri daha kabul edilebilir görünsün diye «Stalin eleştirisi» kisvesi altında sunuluyor. Stalin’i neyle suçlarlarsa suçlasınlar, tarih onu, faşizmi ezen, Avrupa’yı Nazilerin vahşetinden ve nefretinden kurtarmak için en büyük fedakarlıkları yapan halkın lideri olarak kaydetmektedir. Stalin’in Hitler’le eşitleme, komünizm ile Nazizm’i özdeşleştirme, «iki uç» teorisi masum «görüşler» değildir, bunlar faşizmi ezebilecek tek siyasi gücü zayıflatmayı amaçlayan anti-komünizmin siyasi araçlarıdır. SSCB’nin zafere katkısı, Stalin’in zafer konuşmasında şöyle özetlenmektedir: «Yaptığımız fedakarlıklar boşa gitmedi. Geleceğin Avrupa’sında halkların özgürlük ve barış bayrağı dalgalanacaktır… Hitler üç yıl önce Rusya’yı yok edeceğini, Ukrayna’yı, Kafkasya’yı, Belarus’u, Baltık ülkelerini ve diğer bölgeleri ele geçireceğini söylemişti… Ama bu çılgın fikirler gerçekleşmedi… Avrupa’da savaş dönemi sona erdi. Barışçıl kalkınma dönemi başlıyor». Ve kimileri tarihi ne kadar yeniden yazmaya çalışırlarsa çalışsınlar, Reichstag’a orak çekiçli bayrağın dikildiği gerçeğini asla silemeyeceklerdir. 

Kıbrıs’ın katılımı, şeref madalyası

Avrupa halklarının Faşizme karşı verdiği büyük mücadeleye Kıbrıs halkı da katıldı. Yüzlerce Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk vatandaşımız gönüllü olarak İngiliz ordusuna katılarak II. Dünya Savaşı’nın çeşitli cephelerinde savaştı. Nazi Almanya’sının İngiltere’ye saldırmasının ardından, İngilizler, Mihver Devletlerinden oluşan savaş makinesine askeri olarak karşı koymak için kolonilerinden insan gücü kullanmaya karar verdiler. Böylece tüm koloni ülkelerde, Kıbrıs örneğindeki Kıbrıs Alayı (yurt dışı operasyonlar için) ve Kıbrıs Gönüllü Gücü (adanın güvenliği için) gibi, gönüllü asker birimleri kurdular. İşte bu nedenle, Kıbrıs Komünist Partisi’nin de diğer siyasi gruplarla birlikte yasadışı ilan edildiği Kıbrıs’taki Palmer rejimi sırasında halka uygulanan baskıcı önlemler Ekim Ayaklanması ardından gevşetildi.

Bu koşullar altında ve Palmer rejiminin sert önlemlerinin gevşetilmesiyle birlikte, Kıbrıs Komünist Partisi (KKP) hücreleri ve Kıbrıs toplumundaki diğer ilerici güçler tarafından Nisan 1941’de Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) kuruldu. AKEL, kuruluş kongresinden itibaren kendini ”Demokratik, Anti-Faşist ve Anti-Hitlerci” olarak niteledi ve yeni bir parti olmasına ve sömürgecilik koşullarına rağmen, savaşın karakteri, faşizmin iğrenç doğası ve onun yıkılması gerekliliği konusunda dünyayı ve üyelerini aydınlatmaya çalışıyordu. Böylece işçi sınıfı partisinin halkı aydınlatma kampanyası, ama aynı zamanda İtalya’nın Yunanistan’ı işgali Kıbrıs halkını harekete geçirirken, birçok Kıbrıslı da Müttefik ordusuna katılarak Hitler faşizminin yıkılması için savaşmaya başladı.

Ancak partinin tarihine damga vuran ve bugün de önemli bir dönüm noktası olan karar 16 Haziran 1943 kararıdır. AKEL’in üyelerini, “Yunanistan’ın Hitler zulmünden kurtuluşu, köleleştirilmiş ülkelerin kurtuluşu ve adanın ulusal, siyasal ve toplumsal geleceğinin güvence altına alınması” için Anti-Faşist mücadeleye gönüllü olarak katılmaya çağırdığı kararıdır. Bu, Partinin faşizme ve emperyalizme karşı öz ilkelerinden kaynaklanan ve halkımızı enternasyonalist dayanışma idealiyle eğiten bir karardı. «Merkez Komite üyelerinin tamamı (toplam 17 kişi) istisnasız olarak öne çıktılar ve müttefik silahlı kuvvetlerinin saflarında yer almalarına izin verilmesi konusunda ısrar ettiler».

Sonuçta Merkez Komitesi’nin 17 üyesinden 11’i ve yüzlerce parti üyesi gönüllü olarak İngiliz ordusuna katıldı. 27 Haziran’da yaklaşık bin Kıbrıs Komünist Partisi – AKEL gönüllüsünün katıldığı, anti-faşist bir atmosferde, adeta şenlik havasında Kıbrıs Konferansı düzenlendi. Aynı gün hep birlikte, Merkez Komite’nin 11 üyesinin önderliğinde Polemidya kampına yürüdüler ve sonunda yaklaşık 800 komünistin orduya katılmaları kabul edildi.

AKEL’ci mücadeleciler Kraliyet Mühendisleri, Kraliyet Hava Kuvvetleri ve Yarı Aksiyon Kolordusu gibi çeşitli birliklerde görev yaptılar ve Fransa, Yunanistan, Kuzey Afrika ve İtalya cephelerinde savaştılar. AKEL’in karakteri hem çok sayıda başarı kaydedilen savaşlarda, hem de günlük askeri yaşamda kendini gösteriyordu. AKEL’ciler, fırsat buldukları her yerde ve her zaman, bir yandan kendi asker arkadaşlarının siyasi aydınlanmasını sağlarken, diğer yandan da askerlerin taleplerinin, olası kişisel bedellere rağmen, duyurulmasında öncülük etmişlerdir. Kıbrıslıların başlıca talepleri ailelerine maddi destek sağlanması ve üstlerinin keyfi davranışlarına sınırlama getirilmesiydi. AKEL’ciler anti-faşist mücadeleyi Kıbrıs’ın İngiliz boyunduruğundan kurtuluş mücadelesiyle birleştirmeyi başardılar. 

AKEL 16 Haziran 1943 tarihinde, antifaşist sınıfsal karakterini ve halkın yararı için kendini feda etmeye hazır olduğunu açıkça ortaya koydu. AKEL’ciler Hitler-faşizminin ezilmesi için canlarını feda ederlerken vatansever «mevcudiyetlerini» ilan edip kendi katkılarını ortaya koydular. Resmi tarih anlatısı AKEL’cilerin II. Dünya Savaşı’na katkısını gizlemeye çalışsa da Emekçi Halkın İlerici Partisi Kıbrıs ve halkı için kanla ve mücadeleyle şanlı bir tarih yazdı.

Bugün Faşizm – Yeni Bir Yüzle Tehdit

Bugün, Faşizm yeniden ortaya çıkıyor. Yeni bir yüzle ama aynı özle. Irkçı söylemlerle, yabancı düşmanlığıyla, antikomünizmle, tarihi gerçekleri çarpıtmayla. Faşist gruplar kendilerine gösterilen hoşgörüyle, hatta çoğu zaman da devlet aygıtının desteğiyle hareket ediyorlar, saldırıyorlar. Avrupa’da ve dünyada aşırı sağ partiler yeniden güçleniyorlar, seçimlerde güç kazanıyorlar, burjuva hükümetlerinde yer alıyorlar. Sağcı burjuva partileriyle iş birliği yapıyorlar ve koalisyon hükümetleri kuruyorlar, burjuva parlamentolarına katılıyorlar, her zaman burjuva politikalarıyla kendilerini yaratan ve güçlendiren sistemin bir parçası haline geliyorlar.

Aşırı sağ ve neo-Nazi partiler sistem karşıtı maskeler takıyor olabilirler ve yeni bir oluşummuş gibi davranabilirler ama gerçekte sistemin en saldırgan kesimini, kriz dönemlerinde burjuvazinin koltuk değneğini oluşturmaktadırlar.

Bunun tipik bir örneği Yunanistan’daki suç örgütü Altın Şafak’ın Kıbrıs’taki kolu olan ELAM’dır. Meclis’teki her kritik oylamada büyük sermayenin çıkarlarını desteklemeye hazırdır. Onlar devletin, kurumların ve diğer burjuva partilerinin hoşgörüsüyle normalmiş gibi gösterilen aşırı sağcı faşist siyasi söylemi ifade ederken, Cumhurbaşkanı’nın onlarla bir araya geldiğini, desteklerini istediğini, onları işbirlikçileri olarak sunduğunu görüyoruz. Aynı zamanda da yolsuzluklardan uzak, sistem karşıtı ve yeni oldukları imajını yaymaya çalışmaktadırlar.

Geçmişten bugüne ve geleceğe – Mücadele devam ediyor 

Sol, geçmişte olduğu gibi bugün de direnişin en ön saflarındadır. Tıpkı komünistlerin anti-faşist mücadelenin ön saflarında yer alıp, Hitler faşizminin ezilmesi uğruna bütün güçlerini verip her şeylerini feda ettikleri gibi, faşizmin ve aşırı sağın yeniden başını kaldırıp, normalmiş gibi gösterilip güçlendirildiği günümüzde de komünistler onlara karşı mücadelenin en ön saflarında yer almaktadır.

Aynı şekilde Kıbrıs’ta da, faşizmin durdurulmasının tek umudu soldadır; işçi sınıfının partisi AKEL’ de ve onun gençlik kolu EDON’ dadır. AKEL ve EDON aşırı sağın yükselişine son vermek için her türlü mücadeleyi veriyor ve sınıfımızın, işçi sınıfının karşı karşıya olduğu güncel anti-faşist mücadelede ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.

AKEL ve EDON anti-faşist etkinlikler, yürüyüşler, bilgilendirme kampanyaları düzenliyorlar ve Meclis içinde ve dışında faşist oluşumların meşrulaştırılmasına yönelik her türlü girişime karşı çıkıyorlar. Pavlos Fissas için anma yürüyüşleri düzenleniyor, faşistlerin katlettikleri Kavazoğlu ve Mişaulis için anti-faşist yürüyüşler düzenleniyor, okullarda ve mahallelerde faaliyet gösteren faşist gruplara karşı eylemler yapılıyor.

Kıbrıs’ta faşizme kararlılıkla karşı duran tek siyasi parti AKEL’dir. Bu yalnızca, faşizmin başını kaldırdığı bu dönemde değil, her zaman böyleydi. AKEL doğası ve duruşu itibariyle anti-faşistti ve öyle olmaya devam edecektir. Anti-Hitler, anti-faşist bir parti olarak kurulduğu günden bu yana neo-faşizmin ve neo-Nazizmin yıkılması için mücadele ediyor.

Komünistler 1945’te canavarı öldürmüş olabilirler ancak onu doğuran rahim, barbar kapitalist sistem hala hayattadır ve canavarı ezme umudu bir kez daha solda ve komünistlerdedir. Çünkü tarih göstermektedir ki, halklar bilinçli ve örgütlü bir şekilde mücadele ettiklerinde zafer kazanabiliyorlar. Ve faşizm ancak kitlesel, örgütlü halk mücadelesiyle yenilir.

Kazandık ve yine kazanacağız!