Farklı Maskelerle Burjuva Politikaları


Nikos Hristodulidis, 48 yaşında Cumhurbaşkanlığı görevini üstlendi. Nisan 2014’ten Ocak 2022’ye kadar, yaklaşık 8 yıl boyunca Anastasiadis-DİSİ hükümeti Dışişleri Bakanı ve Hükümet Temsilcisi görevlerinde bulundu.

Kıbrıs toplumuna yeni bir politikacı gibi tanıtıldı, ancak:

  • Yıllardır kendi adaylığının hazırlığını yapıyordu. Muhalefetle çatışmaya girmeyen, ılımlı bir kişi olduğu imajını yarattı. Belirli kitle iletişim araçlarına erişimi aracılığıyla hükümetin anlatısının toplum içerisinde daha kolay benimsenmesi için çalıştı.
  • Özünde halkın çoğunluğunun aleyhine bir avuç azınlığın daha fazla kâr elde etmesini sağlamak için benzeri görülmemiş halk düşmanı politikaları uygulayan önceki hükümetin önemli bir figürüydü. Halkımızın %90’ının gelirlerini önemli ölçüde azalmasına, orta sınıfın ortadan kaldırılmasına, insanların evsiz ve uzun süreli işsiz kalmasına, halk katmanlarının daha da yoksullaştırılmasına, gençlerin çok düşmanca bir çalışma ortamında düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmalarına, çalışma yaşamı ilişkilerinin çalışanların aleyhine düzensizleştirilmesine, üretilen servetin küçük bir azınlığın elinde toplanmasına yol açan politikaların uygulanmasının eş sorumlusudur.
  • Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak, dönemin Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in de sorumlu olduğu ve bugüne kadar devam etmekte olan çıkmaza ve şimdiye kadarki en büyük durgunluğa yol açan son müzakerelerdeki olumsuz rolü de iyi bilinmektedir.
  • Önceki hükümetin devamcısı olacağı görülmektedir. 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin ikinci turunda gençlerin çoğunluğunun onu değil de karşısındaki aday Andreas Mavroyannis’i desteklediği kayda değer bir gerçekliktir.

Annita Dimitriu 37 yaşındadır. 2016 yılında Milletvekili seçildi, 2021’de Meclis Başkanlığı görevini üstlendi. Mart 2023’ten itibaren DİSİ Genel Başkanı’dır.

Kıbrıs’ın siyasi sahnesine yenilik getirebilecek ilerici bir profili olan genç bir politikacı imajını öne çıkarıyor.

Ancak 2018’de Nikos Anastasiadis’in seçim bürosunun Basın Sözcüsü görevinde de bulunmuş olan bir DİSİ milletvekili olarak, Anastasiadis-DİSİ hükümetinin son on yıl boyunca uyguladığı tüm halk düşmanı politikaları destekledi. Özellikle bugün Sağ’ın büyük partisinin lideri olarak, Kıbrıs toplumunda bugün hâkim olan mevcut durumdan Nikos Hristodulidis kadar sorumludur.

Meclis Başkanlığı görevine faşist ELAM’ın oylarıyla seçilmiş olması da dikkat çekicidir.

Sotiris İoannu 28 yaşındadır. 2021’de ELAM’dan milletvekili ve 2016’da Larnaka Belediyesi Meclis Üyesi seçildi.

Kıbrıs Cumhuriyeti tarihinde belki de en genç milletvekilidir. Aynı zamanda Yunanistan’da göçmenlere, mültecilere, demokratlara ve solculara yönelik şiddet ve nefret eylemlerine, cinayetlere karışmış olması nedeniyle suç örgütü olarak mahkûm edilen Altın Şafak örgütünün Kıbrıs’taki şubesi Neonazi ELAM örgütünün üyesidir.

Bir akademisyenin Hitler yanlılarını sınıfta bırakacağını söylemesinden rahatsız olan bu kişi ırkçı, homofobik, hoşgörüsüz ve insanlık düşmanı görüşlerini Meclis içinde ve dışında dile getiren bir faşisttir.

Sebastian Kurz 37 yaşındadır. 2013-2017’de Dışişleri Bakanı, 2017-2019 ve 2020-2021’de Avusturya Şansölyesi oldu.

Avusturya’daki Hristiyan Demokrat Muhafazakâr Partisi olan ve 2020’de milliyetçi “Özgürlük Partisi” ile birlikte iktidara gelen Halk Partisi’nin (OVP) lideriydi. Başbakanlığı döneminde yasa dışı göçmenler korkusu, istihdam endişesi, refahta düşüş gibi konuları istismar etmeye ve kendi imajına önem verdi.

8 saatlik çalışma gününün kaldırılması ve çalışma saatlerinin 12 saate kadar uzatılması, vergi-emeklilik-iş hukuku gibi alanlarda yapılan reformlar gibi emekçilerin aleyhine, sanayicilerin lehine olan politikaları uyguladı. Göçmenlere sınırların kapatılması ve ülkenin Katolik kimliğinin güçlendirilmesi gibi aşırı sağ ve liberal politikaların bir karışımını yaşama geçirdi.

Hileli kamuoyu yoklamalarına ve medyada yolsuzluk ve skandallara karışmakla suçlanmasının ardından Ekim 2021’de Başbakanlık’tan istifa etti ve aynı yılın sonunda siyaseti terk etti.

Kadınların yetkili mercilerde ve karar alma mekanizmalarında yer alması “kadın sorunu” için tek başına yeterli bir önkoşul mudur? Yetkili mercilerde yer alan kadınların hangi politikaları desteklediğinin bir önemi yok mudur?

“Kadın sorunu” terimiyle, egemen ekonomik sistemin -kapitalizmin- sınıfsal karakterinden kaynaklanan ve kadınlar aleyhine ekonomik, politik, kültürel ve diğer biçimlerde eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların toplumsal cinsiyet ilişkileri içerisinde görüldüğü karmaşık bir toplumsal sorundan söz ediyoruz. Kadının gerçek kurtuluşu ve kadınlarla erkekler arasında gerçek eşitlik ancak bu sömürünün ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebilir.

Burjuvazi, sorunun kaynağını, politikalarını ve iktidarını sorgulamayan normlar ve bilinçler oluşturmaya çalışır. İşçi sınıfı kadınlarının ve özellikle de genç kadınların sömürüye ve cinsiyet bazında baskıya yoğun bir şekilde maruz kaldığı günümüzde burjuvazi bu meseleyi cinsiyet özellikleri olan bir sınıf meselesi olarak değil, sadece cinsiyet meselesi olarak ele almaktadır.

Margaret Thatcher, “Demir Leydi”

Birleşik Krallık Başbakanı (1979- 1990). Muhafazakâr Parti Lideri (1975 – 1990).

  • Barınma ve Eğitim bütçelerini kıstı. Üniversite harçlarına ilişkin düzenlemeleri liberalleştirerek harçlarda hızlı bir artışa yol açtı.
  • Okullarda 7-11 yaşındaki çocuklara ücretsiz süt verilmesini kaldırıldı.
  • İşsizliğin artmasına ve işsizlerin sayısının 3,6 milyona ulaşmasına neden oldu.
  • Şili’de diktatör Augusto Pinochet tarafından uygulanan ve Şili halkını tamamen sefalete iten Milton Friedman’ın ekonomi politikalarını uyguladı.
  • Orta ve yoksul sınıfların gelirlerini daha da eriten kişi başına vergi uygulamasını getirdi.
  • NATO’nun nükleer silah sistemleri ile güçlendirilmesini destekledi.
  • Tarihte ilk kez terörle mücadele yasasını futbolda uyguladı ve zorunlu taraftar kartı gösterilmesi uygulamasını hayata geçirerek problemi ve şiddeti daha da körükledi.
  • Kâr getiren pek çok kamu sektörünü özelleştirdi ve yok pahasına satarak peşkeş çekti, ayrıca kâr getiren madenleri de özelleştirmeye kalkıştı.
  • Eylemlerini sınırlandırma hedefiyle işçi sendikalarına saldırdı.

Bir avuç ayrıcalıklının çıkarı yararına Birleşik Krallık halkının çoğunluğunu daha da yoksullaştırdı. Bu yoksullaştırmanın başta işçi sınıfı kadınları, küçük ve orta sınıflar olmak üzere geniş halk kesimleri üzerinde büyük etkisi oldu.

Giorgia Meloni

Ekim 2022’den bu yana İtalya Başbakanı. Nispeten genç bir kadın, ancak aynı zamanda tehlikeli aşırı sağ siyasi görüşlere sahip bir politikacı.

  • Benito Mussolini’nin Faşist Partisi’nin varisi olan İtalyan Sosyal Hareketi’nin (MSI) gençliğine 15 yaşında katıldı. Mussolini’yi “iyi bir politikacı” olarak tanımlıyor.
  • MSI’ın halefi olan Ulusal İttifak’a geçti, 2006’da Parlamento üyesi oldu, 2012’de yabancı düşmanı söylemlere sahip olan aşırı sağcı İtalya Kardeşliği Partisini kurdu ve 2014’te partinin dizginlerini eline geçirdi.
  • Dünyanın başka yerlerinde de bulunan aşırı sağcı oluşumların popülist politikasını izleyerek yabancı düşmanı ve ırkçı bir söylemi alenen benimsiyor.
  • Başbakan seçilmesiyle birlikte, 2005 yılında Nazi kol bandıyla fotoğrafı çekilen Neonazi Galeazzo Bignami’yi Altyapılar Bakan Yardımcısı olarak atadı.

Aşırı sağcı ve neo-faşist örgütlerin “kadın meselesi” konusundaki tehlikeli duruşları ve işçi mücadelelerine dolayısıyla da çalışan kadınlara karşı Sağ’ın bir yedek gücü olarak oynadıkları rol bilinmektedir.

Hilary Clinton

ABD Dışişleri Bakanı (2009-2013), ABD Senatörü (2001-2003), 2016’da ABD Başkan Adayı. Sömürü sistemine sadakatle hizmet ederken aynı zamanda “Kadın meselesi” konusunda burjuva yaklaşımıyla faaliyetleri var.

  • Ekim 2001’de Afganistan’a ve Ekim 2002’de Irak’a yapılan ve ardında ölüm, yıkım ve sefalet bırakan askeri müdahaleleri destekledi.
  • Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı olarak Libya, Somali, Yemen, Pakistan ve Suriye’ye bombalar yağdırdı, Afganistan ve Irak’ta askeri güçler bulundurmaya devam etti.
  • Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı sürede ABD “terörle mücadele” adı altında Nijerya, Kamerun ve Uganda’da operasyonlarını sürdürürken, Kuzey ve Batı Afrika ile Doğu ve Orta Avrupa’nın bazı bölgelerindeki ülkelerde bulunan ordularını güçlendirmeye devam etti. Pentagon özel harekât birimleri dünyanın %70’inde, yani toplam 133 ülkede konuşlandırılmış durumda olmaya devam etti.

ABD halkı da dahil olmak üzere, dünyadaki milyonlarca kadına, dünya halklarına karşı NATO emperyalizminin ve ABD’nin işlediği suçlardan sorumludur.

Irkçılık, mülteciler, göçmenlik, yoğun ekonomik ve sosyal eşitsizlikler gibi konuların ilerici bir şekilde ele alınması için -mülteciler, göçmenler, ırk ayrımcılığı mağdurları, azınlıklar vb.- kırılgan insan gruplarından gelen insanların iktidar merkezlerine seçilmesi yeterli bir koşuldur mudur?

Barack Hüssein Obama

ABD’nin ilk Afro-Amerikan Başkanı. 2009’da Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Ancak başkanlığı sırasında:

  • 2011 yılında Libya’ya yapılan ve yaklaşık 10.000 ölü ve 4.000 kayıpla sonuçlanan ABD müdahalesi gerçekleşti.
  • Irak’ta yıllarca süren savaşı vaat ettiği gibi bitirmek yerine, Haziran 2014’te yeni bir istila emri verdi.
  • Suriye’de silahlı “muhalefeti” destekleyerek ve “İslam Devlet” ini güçlendirerek emperyalist planları hayata geçirdi; Ukrayna’da olduğu gibi önce darbeye ve ardından da Ukrayna halkının ve masum vatandaşların katledilmesine katkıda bulundu.

2008’de kapitalist bir krizin ortasında Başkan oldu. ABD halkının aleyhine büyük şirketlerin kârlılığını artırmaya yarayan politikaları uygulayan kişi olduğunu kanıtladı. Yansıttığı yapmacık “ilerici” siyasi görünüş ile yığınları aldatmayı hedefledi.

  • Devletin ve işverenlerin sosyal güvenlik, sağlık ve refaha katkıda bulunmaması ve katkının sadece çalışanlardan sağlanması mantığını sürdürdü.
  • 2009-2011 arasındaki iki yılda yaklaşık 100.000.000 kişi yoksulluk sınırının altındaydı. Yani 2005-2007 arasındaki iki yılına göre yoksulluk sınırının altındaki kişilerin sayısında %4,5 artış oldu. Yoksulluk içerisindeki Afro-Amerikalıların sayısında azalma olmadığı gibi, ana dili İspanyolca olanlar ve genel olarak yaşlılar, tek ebeveynliler ve çocuklar arasında da yoksul sayısı arttı. 50 milyon kişi günlük beslenme masraflarını karşılayamaz haldeydi ve 43 milyon emekçi hastalık durumunda ödenek alma hakkına sahip değildi.

ABD’deki ırkçılık konusunda kamuoyu önündeki açıklamalarına rağmen, başkanlığı döneminde başta Afro-Amerikalılara karşı olmak üzere çok sayıda cinayet ve polis şiddeti yaşandı. İzlediği politikalarla bu tür olayların artmasının ana nedeni olan sosyal ve sınıfsal eşitsizlikleri sürdürdü.

Rishi Sunak

Ekim 2022’den itibaren Birleşik Krallık Başbakanı ve Muhafazakâr Parti başkanı. Hint asıllıdır ve henüz 43 yaşındadır.

700 milyon sterlini aşan servete sahip bir multi-milyonerdir. Eşinin serveti 900 milyon doları aşmaktadır. Siyasi olarak neo-liberalizmin, kamu servetinin satılmasının destekçisidir ve kendi başbakanlığı sırasında Birleşik Krallık halkının çoğunluğunu daha öncesinde görülmemiş bir şekilde yoksullaştıran Margaret Thatcher’ın koyu taraftarıdır.

Başbakan seçilmeden çok önce, özellikle Boris Johnson hükümetinde Maliye Bakanı olarak halk karşıtı politikalara hizmet etti. Yoksulluk çeken insanlara destek programlarında kesintiler yaptı.

İngiliz halkının karşı karşıya kaldığı son 40 yılın en yüksek enflasyonu ve pahalılık nedeniyle geniş halk kesimlerinin gelirlerinin erimekte olduğu çok kritik bir dönemde başbakanlık görevini üstlendi. O zamandan bugüne kadar olan dönemde, devlet harcamalarını kısma planlarını uygulamaya geçirdi ve bedelini halk ödemek zorunda kalsa da amacının İngiliz tekel gruplarının kârlılığını sağlamak olduğunu birçok kez kamuoyu önünde açıkladı. Son aylarda İngiltere’de -öğretmenlerin, hükümet çalışanlarının, doktorların, hemşirelerin, demiryolu şoförlerinin, gazetecilerin vb.- emekçilerin büyük eylemlerinin olması tesadüf değildir.

Kendisi göçmen bir aileden gelmesine rağmen, başta göçmen ve mülteci aileleri ve genelde emekçileri, geniş halk kesimlerini, dar gelirlileri ve orta sınıfları yoksullaşmaya iten politikaları tereddüt etmeksizin uygulayan İngiliz burjuvazisinin hakiki temsilcisidir.

Emekçilerin, dar ve orta gelirli kesimlerin, halk katmanlarının desteğini veya hoşgörüsünü kazanmak için hâkim sömürü düzeninin kitleleri aldatmaya yönelik politikalar izlemesi bilinçli bir tercih ve tek seçenektir.

Siyasi olarak aldatma burjuvazi için neden tek seçenektir?

Farklı ve çatışan çıkarları olan iki ana sınıf ile sınıflara ayrılmış bir toplumda, toplumun temel çelişkileriyle ilgili olmayan, münferit ve istisnai meseleler dışında karşılıklı çıkarların varlığı söz konusu değildir. Bu nedenle, her sınıf bilinçli olarak kendi çıkarlarına hizmet eder veya bilinçli olarak bunu yapmalıdır, bu da kaçınılmaz olarak karşı sınıfın çıkarlarını alt etme uğraşına yol açar.

Burjuvazinin siyasi temsilcilerinin siyasi ve ekonomik hedeflerini dürüstçe ortaya koymamalarının nedeni budur. Çünkü onların hedefleri toplumun çoğunluğunun çıkarlarıyla çelişmektedir.

Onlar emekçileri siyasal, sosyal ve ekonomik mücadelenin özünden saptırmak için çeşitli biçimler ve araçlarla üretilmiş ve yeniden türetilmiş yanıltıcı ideolojileri ve görüşleri seferber ederler. Onların amaçları, çalışanların genellikle derinliği olmayan, yüzeysel yaklaşımlarla, özden ziyade biçimle, içerikten ziyade imajla ilgili yanlış veya asılsız ikilemler temelinde değerlendirip karar vermelerini sağlamaya çalışmaktır.

Öznelerin sosyopolitik bilincinin ve eyleminin belirleyici kriteri olarak yaş, cinsiyet, ırk, renk, cinsel yönelim ve diğer mevcut ayırt edici özellikleri öne sürmeleri özellikle başvurdukları sahte ikilemlerdir.

Bunlar neden sahte ikilemlerdir?

Bunlar gerçekten bir toplumun bireylerini farklılaştıran nesnel parametreler olmadıklarından ya da tarihsel konjonktüre bağlı olarak büyük boyutlar da alabilen ciddi ayrımcılıklara ve eşitsizliklere yol açmadıklarından değil, ayrımcılıkların ve eşitsizliklerin asıl sebebi olan kapitalist sömürüyü gizledikleri için sahte ikilemlerdir.

Bu tür ideolojiler, toplumun büyük çoğunluğunun acımasız bir azınlık tarafından sömürülmesini ortadan kaldırmayı değil, en iyi ihtimalle, bir avuç sömürücü içinde yaşların, cinsiyetlerin vb. eşit temsilini amaçlarlar. Sonuçta bu ucuz amaca bile ulaşamazlar, çünkü doğası gereği eşitsizliklere ve ayrımcılıklara yol açan sistem var oldukça sömürücüler arasında dahi eşitsizlikler ve ayrımcılıklar var olacaktır.

Dolayısıyla hâkim sınıf bu ideolojileri seferber eder ve emrindeki sonsuz mekanizmalarla yukarıda belirtilen parametreleri siyasi tercih ve eylem kriterleri olarak göstermeye çalışır. Sözde ilerici, sözde kozmopolit bir anlatıyla toplumun çoğunluğunu meselelerin özünden uzaklaştırmaya ve böylece mali oligarşinin çıkarlarını daha kolay güvence altına almaya çalışır.

Gerçeklik ise, bu sözde ilerici kriterleri yerine getiren ve hatta ait oldukları sosyal grubun bile aleyhine olabilecek muhafazakâr ve halk karşıtı politikaları uygulayan politikacılar tarafından burjuva politikalarının yaşama geçirilmesi örnekleriyle doludur.