Komünist Parti Manifestosu’nun yazılmasından 175 yıl sonra


“Komünist Manifesto” bundan 175 yıl önce, kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve şaha kalkan bir büyüme yaşadığı dönemde, dünyada hâkim olan toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulların bir ürünüydü.

1836-1837’de Alman siyasi sürgünler tarafından işçi sınıfının siyasi örgütlenmesine yönelik bir ilk girişim olarak “Adalet İçin Birlik” çabasının ortaya koyulmasından sonra, Karl Marks ve Friedrich Engels “Adalet İçin Birlik”in yeniden organizasyonu ve adının “Komünistler Birliği” olarak değiştirilmesi için inisiyatif üstlendiler.

Komünistler Birliği’nin 2. Kongresi 1847’de Birliğin programını hazırlama hedefiyle çalışmaları için iki Alman filozofu görevlendirme kararını aldı. Böylece Birliğin teorik ve siyasal rehberi olarak Komünist Manifesto ortaya çıktı.

Kapitalizm, o zamanki tarihsel koşullar içinde ve feodal üretim tarzının varisi olarak, bir öncekine göre daha ilerici bir sistem olarak görülüyordu. Bu yeni ekonomik sistem ağırlıklı olarak Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde hâkimiyetini kurdu. Sanayi devriminden sonra yaşanan büyük teknolojik gelişmenin yanı sıra zamanın bilimsel ve mühendislik keşifleri ve kentsel sanayi merkezlerine yoğun bir işçi akışıyla ekonomide kaydedilen önemli ilerlemeler üretici güçlerin büyümesine büyük ölçüde yardım etti.

Ancak yeni, daha “ilerici” sistemin geliştirilmesiyle eşitsizlikler hiçbir şekilde ortadan kaldırılmadı. Tam tersine, önceki üretim sisteminin geleneği, yani üretim araçlarına sahip olan bir avuç burjuva tarafından işçi sınıfının ve toplumun büyük bir bölümünün sömürülmesi devam etti.

Devam eden bu sosyal adaletsizlik, zorluklar içerisinde olan ve haksızlığa uğrayanları daha iyi yaşam koşulları talep etmeye itti. Kapitalizmin büyük bir büyüme yaşadığı ülkelerde, halkın taleplerini öne sürdüğü ayaklanmalar yaşandı, İngiltere’deki Çartist hareket ve 1830’lar ve 1840’larda Lyon, Fransa’daki Dokumacıların İsyanları gibi. Artık işçi sınıfı tarihsel konjonktürde pasif bir rolle sınırlı kalmayıp, öne çıktığını göstermişti. Talepleriyle mücadelelere başlamıştı ama bu mücadelelere yön verecek siyasi güç yoktu.

Sanayi sermayesinin gelişmesiyle birlikte, kapitalist üretim biçimini eleştiren filozof grupları ve diğer “aydın” kişiler de öne çıktı. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonra, bu eleştiri “ütopik sosyalizm” biçimini aldı ve halkın eğitim düzeyinin yükseltilmesinin, teknolojik gelişmenin, insanların ahlaki açıdan yeniden biçimlendirilmesinin, üretim ve toplumun rasyonel organizasyonunun sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için tek başına yeterli olacağı anlayışını temel alan bir düşünce sistemi geliştirildi.

Ancak bu, gerçeklikten çok uzaktı. İki filozof, Marks ve Engels, bazı sosyalistlerin ütopizminden ötesini net bir şekilde gördüler ve işçi sınıfının örgütlenmesi ve sömürücü kapitalist sisteme karşı mücadelesi meselesini yeni ve bilimsel bir temel üzerine oturttular.

Bununla birlikte Marks ve Engels’in Komünist Manifesto’da “Bütün ülkelerin işçileri birleşin, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz şey yok, ama kazanacağınız koca bir dünya var!” sözleriyle belirttikleri gibi, her şeyden önce işçi sınıfı tarihsel rolünü üstlenmedikçe bu gerçekleştirilemez.

Bir siyasi programın ana hatlarını çizmeyi amaçlayan Komünist Manifesto özlü mesajları içermekte ve bir dizi sorunu ele almaktadır. Bunlardan bazıları o dönemin şartlarının ve gelecek için yaratılan dinamiklerin, hareketin amaç ve hedeflerinin vb. anlatımıdır. Bu metinde, kitabın komünistlerin görevleriyle ilgili kısmıyla ilgileneceğiz.

Komünistlerin içerisinde hareket etmeleri gereken çerçeveyi önceki metinlerde okuyabilirsiniz. Daha iyi bir bütünlük için, burada Marks ve Engels’in (bu çerçevede) analiz ettiği genel eğilimlere değiniyoruz. Hepsinden önemlisi, tarihin “daha geri” bir ekonomik sistemden (örneğin feodalizmden) daha “ileri” bir ekonomik sisteme (örneğin kapitalizme) geçiş aracılığıyla geliştiğidir ve bu, üretici güçlerin gelişimini ekonomik sistemin üretim ilişkileri sınırlayacak hale geldiğinde olur. Tarihin temel itici gücü, yükselen sınıfın önceki üretim ilişkilerini devirip onları daha yüksek bir aşamaya taşıdığı her tarihsel aşamadaki sınıf mücadelesidir.

Kapitalist ekonomi çerçevesinde yükselen, dolayısıyla değişimin devrimci temsilcisi olarak nitelendirilen sınıf, işçi sınıfıdır-emekçilerdir. Üretim araçlarına sahip olmayıp onları kullananlar, üretim araçlarının sahibi olan işverenin-burjuvanın kâr elde ettiği artı-değeri üretirler. Dolayısıyla kapitalist ekonomide birbirine zıt iki ana sosyal sınıf vardır. Çelişkinin çözümü ve toplumun bir bütün olarak yeni bir gelişme düzeyine, ekonomide sosyalist-komünist düzeye geçmesi için, üretim araçlarının mülkiyetinin bireyselden toplumsala geçmesi gerekir.

“Komünistler, tüm ülkelerin demokratik partilerini birbirine bağlamak ve koordine etmek için her yerde çalışıyorlar”

Öncelik işçi sınıfının sınıf olarak bilinçlenmesidir. Bu sınıfın en bilinçli, öncü ve devrimci kesimi olarak komünistlerin görevi ortak çıkarları, maruz kaldıkları ortak sömürüyü öne çıkararak ve ortak düşmanı net bir şekilde belirginleştirerek emekçileri bir sınıf olarak bilinçlendirme sürecinde aktif olarak yer almak ve onları örgütlemektir.

Aynı zamanda, kürsü profesörleri olarak değil, öncü savaşçılar olarak sınıflarının mücadelelerine katılarak önderlik etme hedefleri vardır. Bu mücadeleler sadece toplumun başka bir ekonomik temelde inşası stratejik hedefiyle sınırlı değildir. Bilakis emekçilerin karşı karşıya olduğu doğrudan günlük sorunlar için mücadelelerdir ve aynı zamanda demokrasi için, siyasi iktidarın ele geçirilmesi ve ekonomik iktidarın sona erdirilmesi için verilen mücadelelerdir. Bu amaçla, komünistler hedeflerini gizli istekler olarak değil, tarihsel gereklilikler olarak teorik ayrıntılandırmaya dayalı olarak açıkça belirtmelidirler.

Bu çerçevede, mücadele ivedi olan için olduğu sürece, taktik düzeyde, komünistler bu aşamada bir dereceye kadar ortak veya tamamlayıcı hedeflere sahip olan güçlerle ittifaklar kurar.

“Fransa’da komünistler, kökleri devrimci gelenekten gelen ifadeleri ve sanrıları eleştirme hakkından vazgeçmeden, muhafazakâr ve radikal burjuvaziye karşı sosyalist-demokrat partinin yanında yer aldı […] Almanya’da, burjuvazi kendini devrimci olarak her gösterdiğinde, komünist parti mutlak monarşiye karşı, feodal toprak ağalığına ve küçük burjuvaziye karşı burjuvaziyle birlikte savaşıyor”

Amaç, emekçilerin zaferler kazanması, birleşik sınıf bilincini yükselterek kitlelerin ve ortamın siyasallaştırılması, burjuvazi ile koşulların keskinleştirilmesidir. Aynı zamanda sınıf düşmanını her zaman açıkça tanımlayarak, devrimci sürecin stratejik amacına ve toplumun sosyalist dönüşümüne sadık kalmalıdırlar. Bunun için de bağımsızlıklarını korumaları gerekir.

Açıktır ki, direkt sınıf düşmanı ile çatışmanın ötesinde, emekçilerin çıkarlarına hizmet etmeyen ve onlara benimsetilmeye çalışılan anlayışlara ve uygulamalara karşı ideolojik olarak mücadele etmek gerekmektedir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Marks ve Engels iki temel sınıfa odaklanmaktadır, bu iki sınıf arasındaki mücadele kapitalist sistemi karakterize eden mevcut çelişkiyi çözecek ve üretici güçlerin daha da gelişmesinin yolunu sosyalizm-komünizm çerçevesinde açacaktır. Böylece, klasiklerin “her millet içinde” bölümünde belirtildiği gibi, iki “millet” vardır: ezenler ve ezilenler. Hâkim sınıf baskı uyguladığı kesimlere kendi çıkarını güya tüm halkın ulusal ve birleşik çıkarı gibi göstermeye çalışmaktadır.

“Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, içerik olarak değilse de biçim olarak ilk aşamada ulusaldır. Her ülkenin proletaryası elbette öncelikle kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak durumundadır”

Özellikle de günümüzde, “A” ulusu veya devleti ile “B” ulusu veya devleti arasındaki sözde anlaşmazlıkların aslında “A” ulusu veya devleti burjuvazisi ile “B” ulusu veya devleti burjuvazisi arasındaki anlaşmazlıklardan başka bir şey olmadığı apaçık ortaya çıkmaktadır.

Ezilen “ulus” kapitalist üretim ilişkileri içerisinde tıpkı tüm uluslar gibi aynı sömürüye maruz kalmaktadır. Bu nedenle emekçiler kendi ülkelerindeki mücadelenin yanı sıra başka ülkelerde ezilen diğer “milletler” ile de koordinasyon ve dayanışma içinde olmalıdır, çünkü onların çıkarları “kendi” burjuvazilerinin yağmacı çıkarlarıyla özdeş değildir. Tam aksine sınıf düşmanları aynıdır ve aynı stratejik hedefi paylaşırlar. Enternasyonalizm, komünistlerin eyleminde merkezi bir karaktere sahiptir.

Son olarak, Marksist-Leninist dünya görüşünün temel araçlarının kullanımının ve özellikle diyalektik materyalist yaklaşımın altını çizmeliyiz. Olguları ve olayları tarihsel konjonktürleri ve özel koşulları içerisinde ele almalıyız.

“Komünistler her yerde, mevcut sosyal ve politik duruma karşı her devrimci hareketi destekler”

Hiçbir şey statik ve diğerinden kopuk değildir. Böylece, yukarıda açıklanan görevler de birbirinden bağımsız ve tek başına değildir. “İvedi” olanlar için verilen mücadele, işçi sınıfının ve emekçilerin bilinçlenmesini geliştirir. Emekçiler bilinçlendikçe, bu mücadeleler o kadar keskinleşir. Aynı zamanda nitel değişim, devrimci sıçramayı daha mümkün kılacak nicel değişimleri de beraberinde getirir.

İlham kaynağı olduğu olaylar, kitabın mesajlarından etkilenen halk ve emek tarihindeki kilometre taşları ve insanlık tarihi üzerindeki siyasi, ideolojik ve sosyal yansımaları düşünüldüğünde, Komünist Manifesto’nun önemi daha iyi anlaşılmaktadır.

Kitabın yazılmasını, yayınlanmasını ve Komünist Partinin rolü ve görevleri hakkında Marks ile Engels’in devrimci fikirlerinin yayılmasını izleyen yıllarda, tarihi sürecin çeşitli evrelerinde, kelimenin tam anlamıyla, devrimlerin ve büyük halk hareketlerinin yaşandığını görüyoruz. Kitabın içeriği komünistlere ve genel olarak işçi sınıfına toplumdaki öncü rollerini anlamalarında ve devrimci mücadele ateşinin yanmasında kıvılcım oldu.

İşçi sınıfının bilinçlenmesinin ve işçi-halk iktidarını kurma amacıyla örgütlenmesinin ilk örneği 1871 Paris Komünü’dür. Komün, Fransa-Prusya savaşının küllerinden doğdu ve proletarya insanlık tarihinde ilk kez kısa bir süre için de olsa iktidarı kendi eline almayı başardı. Ekonomik ve sosyal sefalet ve savaşta uğradığı ulusal tahkir karşısında Fransız halkı ayaklanarak ele geçirdiği Paris belediyesinde kızıl bayrağı dalgalandırdı. 28 Mart’ta coşkuyla seçilen Paris Komünü sadece 70 gün sürdü ancak dünya proletaryasına teorisini ve eylemini bugüne kadar aydınlatan önemli dersler verdi.

“Bizi suçlamanızın nedeni, toplumun ezici çoğunluğunun mülksüz olmasını şart koşan bir mülkiyeti ortadan kaldırmak istememizdir”

Komünistlerin öncülüğünde işçi sınıfının verdiği mücadelelerin gücünün en parlak örneği 1917’de Çarlık Rusya’sında gerçekleştirilen Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’dir. 25 Ekim 1917 akşamı, yeni takvimle 7 Kasım’da, Vladimir İlyiç Lenin Sovyetlerin İkinci Tüm-Rusya Sovyetleri Kongresi kürsüsünden duyurdu: “Bolşeviklerin hep sözünü ettiği sosyalist devrim gerçekleşti!”. Bu beyan, tüm dünya için yeni bir çağın doğuşunun, insanlığın kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminin başlangıcının ilanıydı. Devrim, işçi sınıfını sömürü zincirlerinden kurtardı. Halkın ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde yaşam standartlarının daha da yükseltilmesi, herkese kamusal ücretsiz tıbbi bakım ve eğitim, tüm nüfusa barınma sağlanması, entelektüel ve kültürel yaratıcılığa tam erişim ve kadının rolünün yüceltilmesi için yol açtı. Rusya’daki devrim ve insanlık tarihinde ilk işçi-çiftçi devletinin kuruluşu Marks ve Engels’in Manifesto’da yazdıklarının güçlü bir şekilde teyidiydi:

Komünistler, tüm ülkelerin işçi partilerinin en kararlı ve hep ileriye götüren kesimleridir”

Ekim Devrimi’nin alevi 1918’de Spartakist Ayaklanması ile Almanya’da da yayıldı. Emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar veren ve büyük bir ekonomik sefalet yaşayan Alman halkı grev eylemlerine başladı. Ülke genelinde milyonlarca işçinin ve askerin katıldığı eylemler hızla büyüdü. Halkın protesto eylemlerine öncülük edenler komünist Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg liderliğindeki “Spartakistler”di. Birçok Alman şehrinde emek yanlısı ve savaş karşıtı sloganlarla devrimci hücreler ve Sovyetler yaratıldı. Ancak “Spartaküs Birliği”nin bir fraksiyon olarak içerisinde çalıştığı Almanya Sosyal Demokrat Partisi liderlerinin burjuvazi ve muhafazakâr yetkililerin bir kısmı ile yaptıkları hain gizli anlaşmalarının ardından, devrim karşıtı güçler yeniden toparlandı ve isyan eden halka karşı saldırıya geçti. Sosyal demokratların ihaneti, ülkede Alman halkının çıkarlarının gerçek sözcüsü olacak bağımsız ve militan bir komünist partinin yaratılmasına yönelik nesnel ihtiyacı olgunlaştırdı. Liebknecht ve Luxemburg bu çabaya öncülük ettiler, ama komünist hareketin öncü savaşçılarına karşı çemberi daraltan devrim karşıtı güçler halkın bağrından gelen bu iki lideri birkaç ay sonra yakalamayı başardı. Süvari tümeninin karargâh hapishanelerinde subaylar Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’u öldürdü. Spartakist isyanın trajik sonucuna rağmen, Marks ve Engels’in yıllar önce yazdıkları gibi, kapitalizmin getirdiği ekonomik ve sosyal sefaletin prangalarından kurtuluş için isyan yolunda halk kitlelerine sadece komünist partinin önderlik edebileceği gerçeği bir kez doğrulanıyordu.

Manifesto’da Marks ve Engels işçi sınıfının öncüsü olarak komünist partinin temel görevlerini ana hatlarıyla ortaya koydular. Komünist teori ile donanmış öncü Parti toplumun devrimci öznesini oluşturur. Toplumsal evrim bilgisi ve üretimin maddi koşulları, kitlelerin örgütlenme ihtiyacı anlayışıyla bağlantılı bir şekilde, Partiye yol gösterici karakterini dayatır ve onu tarihsel olarak eskimiş kapitalizmle çatışma mücadelesinde liderlik etme yeteneğine sahip, toplumun yegâne bir parçası, işçi sınıfının kalbi ve beyni olarak tanımlarlar.

Komünist parti bu süreçte toplumun geri kalanından ayrı, tek başına bir yol izlemez. Bilakis komünistler toplumun ve ekonomik üretimin köşe taşıdır ve dönemlerinin siyasi ve sosyal gelişimine katılır, öncülük eder ve etkilerler.

Komünistler faaliyet ve eylemleriyle basit teorileştirmelerin ötesine geçerek sosyal süreçlerde aktif ve geniş bir müdahaleyi geliştirirler. Koşullar sosyalist devrimin öncelikli görevini dayatmadığında bile, komünistler, emekçilerin günlük ihtiyaçları, küçük ve büyük talepleri için mücadeleden geri kalmazlar. Toplumun maddi yaşam koşullarının iyileştirilmesini mücadelelerinin ön saflarında tutmaktan asla vazgeçmezler. İki teorisyenin açıkça tanımladığı gibi:

“İşçi sınıfının acil hedefleri ve çıkarları için mücadele ederler, ama aynı zamanda bugünün hareketinde hareketin geleceğini de temsil ederler”

Tam da komünist partinin bu derin radikal karakteri nedeniyle, Marksist dünya görüşü bugüne değin atılan tonlarca çamura ve yapılan nice saldırılara maruz kalmıştır. Ancak, günlük hayat ve tarihin objektif gelişimi tarafından zaten kanıtlandığı gibi; Sosyalizm-Komünizm’in, insanlığın yaşadığı günümüz koşullarında, güncelliğini, geçerliliğini ve gerekliliğini ne türlü türlü karşıtları, ne de onların keyfi ve yanıltıcı çıkarımları belirleyecektir.

Kapitalizm, kapitalizm olarak kalmaya devam ediyor. Komünist partinin görevlerini teorisyenlerimizin anlattıkları günden 175 yıl sonra işçi sınıfı ekonomik üretimi harekete geçirmeye, üretim araçlarına sahip olanların elde ettiği artı değeri üretmeye devam ediyor ve emek ile sermaye arasındaki çelişki daha da keskinleşiyor. Aynı zamanda enflasyonist eğilimler orta ve zayıf toplumsal tabakaları sıkıştırmaya ve aşağıya doğru itmeye devam ediyor, iş güvenliği ve sosyal güvenlik ağı yok ediliyor ve tüm dünyada giderek daha fazla insan ekonomik sefaletin eşiğine doğru itiliyor.

“Bu küçük kitap nice ciltlere bedeldir. Örgütlü ve mücadeleci proletaryanın tümü bugüne dek onun ruhuyla yaşamakta ve hareket etmektedir” – Vladimir Lenin

Bu modern barbarlık karşısında, küresel işçi hareketinin önünde temel bir ikilem bulunmaktadır: mevcut boğucu yaşam koşullarının sürdürülmesi ya da yaşam standartlarının iyileştirilmesi mücadelesi ve buna paralel olarak da daha adil bir toplumun inşası için gerekli koşulların yaratılması.

Marks ve Engels kapitalizmin sömürücü doğasını analiz ettiler ve onun nasıl işlediğinin anlaşılması için insanlığa bilimsel bir zenginliği miras bıraktılar. Aynı zamanda, işçi sınıfının militan öncüsünün, komünist partinin rolünün ana hatlarını çizerek, toplumun çürümüş kapitalist yapılardan kurtuluşunun yolunu aydınlattılar.

İnsanlığın geleceğe yönelik aydınlık yolunu ortaya çıkardılar: Sosyalizm-Komünizm.